Oyun dünyası gittikçe "casual"laşmaya başladıktan sonra oyunlar da derinliklerini büyük bir hızla kaybetmeye başladı. Birkaç istisna dışında, oyuncuyu basit uğraşlarla çok fazla ödüllendiren, hikaye ve atmosfere pek önem vermeyen, sadece kısa süreli eğlendirme amaçlı oyunlarla karşılaşır olduk. Oyunların öğrenme süreleri mümkün olduğunca azaltıldı ve pazarı genişletmek adına herkese "Gelin, bakın siz de yapabilirsiniz." mesajı verilmeye başlandı. Bu andan itibaren uzun süredir kendini oyuncu olarak tanımlayan kitlenin sevdiği, zamanında belki de bir bölümü için gecelerce uğraştığı oyunlar, birer birer şekil değiştirmeye, basit sevimli oyunlara dönüşmeye başladı. Örnek vermek gerekirse, Fallout, dialogların çok bir öneminin olmadı bir FPS'ye dönüştürüldü ya da Prince of Persia'da ölmek imkansız hale getirildi ve başımıza, sürekli elimizden tutup bize birşey olmaması için didinen bir bebek bakıcısı (prenses) getirildi. Fakat benim en fazla içimi burkan değişiklik Simcity serisinde yaşandı. Bütün o derinlik, ayrıntılar, oyunun öğrendikçe zorlaşan yapısı gidip yerine, 3-5 değişkeni olan, birkaç saatte büyük sorunsuz bir metropol kurulabilen, basit ve yüzeysel bir devam oyunu geldiğinde, seriyi seven birçok oyuncunun sinirlerinin çok fena bozulduğuna eminim.İşte bu basitleşme modası içinde, yeni oyunuyla Anno serisi yıkılmadan ayakta kalmaya çalışıyor.
Anno Yemendir...
Doğu medeniyetleriyle ilk doğrudan karşılaşmamızı yaşadığımız Anno 1404, 1988 yılında doğan, şehir kurma simülasyonu türündeki serinin PC için çıkan dördüncü ve son oyunu. Serinin popülaritesi bir önceki oyunla artmış olduğu için doğal olarak oyun başka platformlar (Wii, DS) için de yapıldı. Henüz deneme fırsatım olmadı ama genelde PC'den başka bir yerde strateji oyunu oynamak kontroller nedeniyle peygamber sabrı ve Alman disiplini gerektirdiğinden bu konuda çok da istekli olmayı başaramadım. Zaten PC versiyonunu oynadıktan sonra basitleştirilmiş konsol versiyonlarının aynı tadı vermeyeceğine eminim.
Oyunu ilk açtığımızda farelerimiz bir 'tutorial' butonu arıyor ve bulamıyor. Çünkü, ilk defa Anno oyunu oynayan birisi için oyunun yapısını kavramak; binalar, kaynaklar ve diplomatik durumlar arasındaki ilişkileri doğru kullanabilmek, hatırı sayılır bir oyun süresi gerektiriyor. Bu nedenle, yapımcılar da her bir ayrıntıyı tek tek öğretmeye çalışıp oyuncuyu sıkmak yerine, tüm campaign bölümlerini, oyunun yapısını anlatmak ve oyuncuyu bu yapıya ısındırmak amacıyla tasarlamışlar. Campaign bölümleri, oyunun tüm yapısını sıfırdan öğretmeyi amaçlayan görevlerle bezenmiş bir hikaye barındırıyor ve yaklaşık 20 saatlik bir oyun tecrübesi yaşatıyor. Böylece ortaya aslında 20 saatlik bir tutorial çıkmış oluyor ve gerçek oyun, bir anlamda, hikaye bittikten sonra başlıyor.
Oyunun hikayesi dedim ama öyle enteresan bir hikaye beklemeyin.Zaten genelde strateji oyunlarının en can alıcı kısımları da hikayeleri olmuyor (Red Alert ve Warcraft serileri hariç diyelim de çarpılmayalım.). İmparatorumuz hasta ve Tanrı onu iyileştirsin diye büyük bir katedral yapılmaya başlanıyor. Biz de bu işin sorumlu kişisi ve aynı zamanda imparatorun kuzeni olan Lord Richard Northbrough'un yardımcısı niteliğinde oyuna başlıyoruz. Önceleri inşaatın tamamlanması için çalışırken, daha sonra haçlı seferleri için malzeme tedarikçiliğinden, doğuyla diplomatik ilişkileri ve ticareti geliştirmeye kadar bir çok işin içinde yer alıyoruz. Görevler, genelde yeni bina, gemi ya da doğal kaynakları tanıtma amaçlı olduğu için bir süre sonra tekrar etmeye başlıyor. Yine de oyun sürekli yeni şeyler keşfettirdiğinden, kurduğunuz şehirle uğraşıp görevleri tamamlayıp bir sonraki bölüme geçme çabası çok da sıkıcı bir hal almıyor.
Campaign'i bitirdikten sonra artık ayrıntılara hakim, gözü pek bir Anno oyuncusu haline geliyoruz. Büyük ihtimalle, yeni yeteneklerimizi kullanmak, göz alıcı, gelişmiş ortaçağ şehirleri kurmak için can atıyor oluyoruz. Bundan sonra ister, kendimize nihai bir amaç edinip, kısa sürede bu amaca ulaşmaya çalıştığımız senaryo bölümleri oynayabilir ya da tüm ayarlarını kendimiz belirlediğimiz, ortada, en azından oyun tarafından koyulan bir amaç olmadan, sonu belirsiz bir oyun başlatabiliriz. Genelde oyun tarafından konmuş bir amaç olmadan kendimi oyuna veremediğimden senaryo bölümlerini oynamak bana daha büyük bir keyif verdi. Tabiki bu iki seçeneği de sunmasını oyunun bir artısı olarak düşünebiliriz. Ayrıca oyunda iyi kötü bir achievement sistemi var ve bu da oyuncunun heyecanının yüksek kalma süresini çok fazla olmasa da arttırmayı başarıyor. Burada belki de oyunun tek büyük eksiği ortaya çıkıyor; online bir deneyim sunamıyor olması. İnternet üzerinden save dosyalarınızı ya da ekran görüntülerinizi paylaşabiliyorsunuz ama başka da birşey yapma şansınız yok. Bence artık Anno serisinin online platforma el atma vakti geldi. Gönül isterdi ki birkaç arkadaş LAN üstünden, birimiz savunma, birimiz tarım, birimiz çalışma bakanı vb. gibi davranıp ortak kaynaklarla ortak bir şehir kurabilelim ya da aynı haritaya kendi şehirlerimizi kurup ortak bir amaca daha önce ulaşmaya çalıştığımız modlara sahip olalım. Fakat bu tür şeyleri şimdilik yapamıyoruz. Bunlar için önümüzdeki Anno'lara bakacağız artık.
Giden Gelmiyor...
Bir oyun teorik olarak onlarca saat oyun süresi sunabilir, fakat iş pratiğe döndüğünde ufak kamera hataları ya da arayüz sorunları gittikçe can sıkıcı olur ve oyun birkaç saat içinde çekilmez bir hal almaya başlayabilir. Anno da oyuncuyu uzun süre monitör başında tutma iddiasında olan açık uçlu bir oyun olduğundan arayüz yapısının kullanıcı dostu olması hayati bir önem taşıyor. Oyun önceki versiyolardan biraz daha farklı bir arayüzle geliyor. Bu yeni arayüzün gerçekten kullanışlı olduğunu söyleyebilirim. Öyle ki, her aradığımı ilk seferinde dahi bir kaç tıklamayla buldum. Zaten oyunu, sadece fareyle oynamak mümkün ve asla menüler içinde kaybolmuyorsunuz. Örneğin, gemiler için ticaret yolları oluşturmak gerektiğinde bunu çok kolay bir şekilde, geminin başlangıç, uğrama ve varış noktalarını belirleyip, gemiye yüklenecek ve boşaltılacak malzemeleri seçip, oluşturabiliyorsunuz. Bu da en fazla 10 seniyenizi alıyor. Eğer bu rotaları oluşturmak zor olsaydı eminim birkaç saat oynadıktan ve ilk ticaret yolu kurma hevesim geçtikten sonra "Aman iki saat gemi yolu mu oluşturcam şimdi kendim götürürüm daha iyi.", derdim ve oyunun önemli özelliklerinden birini kaçırmış olurdum. Tabi bu gemileri elle gönderme işi, gemi sayısı arttıkça çileli bir hal alırdı ve demin söylediğim gibi basit bir arayüz sorunu nedeniyle tüm oyuna yazık etmiş olurdum. Neyse ki Anno'nun yeni ve kolay arayüz tasarımı bu gibi sorunları engelliyor.
Genelde grafiklerin, bir oyunu oyun yapan kriterlerin alt sıralarında yer aldığı düşünülse de, Anno'nun grafiklerine değinmeden geçmek haksızlık olur. Oyunun grafikleri gerçekten göz alıcı. Fakat bu göz alma detayına ulaşabilmemiz için, yüksek seviye tabir edilen bir ekran kartına sahip olmak şart. Zira, oyunda anti-aliasing açmak gerçekten yürek istiyor ve anti-aliasing açmadan da grafikler, günümüzün biraz gerisinde bir yapıya bürünüyor. Kendimden örnek vermem gerekirse, Radeon HD4830 kartıyla 2x anti-aliasing (diğer ayarlar genelde yüksek değerde) seviyesinde güzel denebilecek grafiklere ulaştım ve 25-30 fps gibi strateji oyunları için makul sayılabilecek hızlarda oyunu oynadım.
Red Alert 3 ile başlayan muhteşem su grafikleri modasına oyunumuz da uymuş. Genel olarak bakıldığında ekranda en iyi gözüken şey su efektleri. Ne yazık ki hatırı sayılır bir ekran kartı gücü istediklerinden pek de tatlarını çıkarma fırsatım olmadı. Fakat yine de tüm ayarları en üst seviyeye getirip1-2 fps de olsa o güzel su grafiklerine bakmadan da edemedim.
Acep Nedendir?
Anno 1404, sıcak yaz günlerinde, bir parça keten üretmek için bin dereden su getirmeyi, binbir farklı bina dikip, ürettikleri malzemelerin hızlı toplanması için verimli yollar döşemekle kafa bozmayı seven, şehir kurmacalı simülasyon fanatiklerine, bu Simcity'siz dünyada ilaç gibi gelecektir. Bunun yanında, “bu da neymiş!!” diyerek oyunun başına oturacaklara, biraz sabırlı olmalarını, oduncuları çalışmayı ilk defa bıraktığında oyunu kapatıp gitmek yerine nedenlerini araştırmaya başlamalarını tavsiye ediyorum. Eminim saatler sonra, kendi kedine yetebilen, olası bir savaş durumunda güçlü kalabilecek, halkı mutlu ve huzurlu, çocuklarının geleceğe umutla baktıkları bu ortaçağ şehrinizde gün batımını izlerken, buna değdiğini düşüneceksiniz.